Rabbim kısmet etti bu
yıl 14 günlük bir program ile Hac ibadetini yapmak üzere arzın merkezine gitme
imkanı buldum. Ülkemizin son dönemde içerisinde bulunduğu çok önemli bir süreçte
gerçekleşen bu yolculuk, şahsım adına çok değişik tecrübelere imkan sağladı.
Öncelikle; doğası
gereği tanışmayı, kaynaşmayı hedef haline koyan hac ibadetinin insanı “ADAM”
etme “ADEM”e dönüştürme potansiyelini hissedebilmek muhteşemdi. Yine farklı
coğrafyalar, kültürler, renkler ve dillerden Müslümanların Arafat potasında “MUAREFEYE” erme çabasını görmek
doyumsuz bir tecrübe idi.
Son yıllarda
(özellikle son 16 yıldır) Ülkemizin ümmet coğrafyasına dönük ilgi ve
gayretlerinin Müslüman topluluklarda bulduğu karşılık; umut verici ve aynı
zamanda da bir umudun, bir beklentinin dile getirilmesi şeklinde olmuştur çoğu
kere.
Meseleye benzer
pencereden bakan okuyucularımızın çoğunun da deneyimlediği üzere farklı
ülkelerden gelen Müslümanların, ülkemiz ve idarecilerine dönük sevgi ve
sempatisini dile getirişini duymak nerede ise olağan bir şey haline geldi.
Bu minvalde; aynı oteli paylaştığımız Cezayir’li, Tunus’lu, Fas’lı vb. hacıların ülkemize milletimize
ve özellikle de Başkanımı’za dua eden, sevgisini ifade eden söz ve tavırlarını
bizler de tekraren gördük. Belki burada en dikkat çekici ve nerede ise en fazla
karşılaşılan durum, sohbet sürecinin onlar tarafından başlatılmasıdır.
Her tavafımızda en az
birkaç şavtımızı ümmet coğrafyasındaki kardeşlerimize dua etmeye ayırmıştık. Bu
şekildeki tavaflarımızın benim açımdan çok güzel ve etkileyici bir tanesindeki
şavtlardan birisinde Doğu Türkistan’a dua ederken, kucağında küçük çocuğu ile
tavaf yapan Doğu Türkistan’lı bir Müslümanın, uzun bir süre duamıza aminleri
ile katılması, sonunda ise bizi tebrik edip bize dua etmesi idi. O duada onu
oraya tevafuk ettiren Rabbime hamdolsun.
Bu arada Türk bir
hanımefendi ile evli olup, birlikte hac yaptığımız Filistinli hac arkadaşımızla
yaptığımız uzun soluklu sohbetlerimizin tecrübelerimize katkısını da ifade
etmeliyim. Bütün bunları gönül coğrafyamızın gözünün ümitle ülkemize dönük
olduğuna bir kere daha işaret etmek için aktardım.
Son dönemde değişen
şey!
Bu arada Suud
Devletine bir satır ayırmak gerekecek; zira halkının ekseriyetinin Türkiye’ye
ve yöneticilerine bakışı yönünden ümmetin geneli ile aynı olduğunu gördük.
Bunun aksine Suud Devletinin Türklere karşı gergin ve mesafeli duruşu her
aşamada kendini hissettirmekteydi. Doğrusu bu durumun son dönem ABD ile Türkiye
ilişkilerinin etkisinden kaynaklanmadığını düşünmemek için hiçbir sebep
bulamadık. Ne diyelim durum budur. Ya da bizde oluşturduğu kanaat budur
maalesef.
Mazlumun umudu söner mi?
Birlikte hac yaptığımız arkadaşlarımız
ile ümmete ve ümmetin umudu olarak görülen ülkemize sürekli dualar ettiğimiz
doğrudur. Müşahedemiz odur ki ümmetin fertleri de benzeri dualar ettiler.
Dediğim gibi Türkiye’yi umut olarak gördükleri de apaçık belli. Türkiye umuttur derken kuru bir hamaset ile motive
olduğumuz yok.
Ancak şurası da bir
gerçektir ki, bu umudu söndürmemeliyiz. Zira bu umut bize aynı zamanda tarihi
bir sorumluluk yüklüyor. Bu umudun sönmeden geleceğe taşınabilmesi ve duaların
gerçekleşmesi için yapılması gerekenleri yapmalıyız. Bunun için gereken de
sözlü duamızı tamamlayacak fiili dualarımızdır.
Fiili dua!
Kanaatimce fiili
duanın en kısa açılımı; her kesin
yapmakta olduğu işi, ya da yapması gerekeni tam ve eksiksiz yapmasıdır. Mesela: Hac arkadaşlarımın içerinde sanayici,
iş adamı olanlar var idi. Yani üretimin bizzat içerisinde olan güzel
insanlardı. Onların fiili duası üretmeye, ekonomiye katkı sağlamaya devam
etmeleridir. Kısaca herkesin bulunduğu noktayı UHUD’taki Okçular Tepesi gibi görüp saldırılar karşısında pes etmemesi
gerekir. Fiili dua böyle olur.
Öbür türlüsü, yani sadece
sözle yapılan dua benzetmek gibi olmasın ama; Harry Potter sihirbazlarına ait bir dünya beklentisi olur ki bu hiçte
İslami değildir. Yani sihirli bir değnekle sorunları çözmek ister gibi sadece
sözlü talep/dua ile sonuç almak imkansızdır. Gereği yapılmalıdır.
Sıkıntı mı sınanma mı?
Evet içerisinde
bulunduğumuz süreçte maddi açıdan sıkılmak, boğulmak istenmekteyiz. Bu konuda
felaket tellallığı yapmaya hevesli olanların peşine takılıp gitmenin bizim
inanç ve değerlerimiz açısından doğru olmadığını düşünmekteyim. Zira bizler “Andolsun ki
sizi biraz korku ve açlık; mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz azaltma
(fakirlik) ile deneriz. (Ey Peygamber!) Sabredenleri müjdele! (Bakara:155)” ilahi mesajına kayıtsız inanmak ve gereğini
yapmakla emrolunmuşuz.
Bedir Savaşı örneği!
Aklıma gelen örneklerden birisi Bedir
Savaşı öncesinde mübarek cübbesi omuzlarından düşecek şekilde ellerini göğe
kaldırıp gözyaşları içerisinde dua eden, yakaran, mübarek başını secdelere
gömen ve Allah’tan zafer isteyen rasulullah(s.a.v)’in bu tavrıdır. Ancak biliyoruz
ki Allah’ın Rasulü bu duadan önce savaş için bütün maddi tedbirleri almış,
karargahını en hakim noktaya kurmuş, kuyuların başını tutmuştu. Yani fiili ve
sözlü duayı birbirinden ayırmamıştı. Bu da zaferi getirmişti.
Komutana
itaat ve Uhut!
Bedir zaferini istiyorsak; Uhut
imtihanını unutmamalıyız. Zira komutana itaatte gösterilecek en küçük zafiyet
ağır bedeller ödetir. Okçular tepesi boş bırakılmamalı, komutan yalnız
bırakılmamalı, komutana itaat edilmeli, Arafat’ta, Kâbe’de edilen dualar fiili
hale getirilmeli. İşte o zaman umutlar da sönmez, imtihanda kaybedilmez. Zafer de
gelir inşallah.
Umudum ve inancım odur ki;
Bu savaşta zafer bizimdir. Zafer geldikten
sonra sahiplenmek kolay olmakla beraber, zor zamanda nerede durduğumuz, kimin
safında yer aldığımız asıl belirleyici noktadır.
Ümmetin umudunun yanında duranlardan
olabilelim diye dua ile.. Veselam
04.09.2018
Osman
HAZIR
MERSİN
Yorumlar
Yorum Gönder