Kudüs
notları; 1
Ben Aksa'yı hep uzaktan sevdim. Gençliğim, Aksa merkezli
bilinç kuşanması ile geçti. Olgunlaşmaya devam etti. Zaman geçti vakit
yaklaştı. Yaklaştıkça uzaklaşmanın, artan hasretin ne demek olduğunu anlama imkânı
buldum. Ya da bulduğumu zannettim. Kim bilir?
Bu nedenle, hasreti vuslata dönüştürmek için, son 1
yıldır ruhi ve zihni bir hazırlık süreci yaşamaya çalıştım. Heyecan ve yürek kıpırtılarım ilk hacca
gittiğimdeki halimi hatırlatıyordu bana. Son 12 ayımı kendim için “KUDÜS
OKUMALARI YILI” olarak planlamış ve büyük oranda bu plana sadık kalmış olmak da
aşkımın ateşini körükledi herhalde…
Evet, Kudüs bir sevdadır, aşktır. Her sevda gibi onu sevmek
de bedel ister. Ben bu bedele talibim. Bir şeref madalyası gibi taşımaktan onur
duyduğum Aksa aşkımın hiç kimse tarafından, özellikle de işgalci İsrail
tarafından söndürülmesi mümkün değildir.
Vuslat umuduyla 11 Ocak 2018 Perşembe günü
çıktığım aşk seferi; alt katı bara dönüştürülmüş portakal kokulu, Yafa Bahriye Camii’nin hüznüne ortak olarak
başladı. Etrafı kuşatılıp, külliyesi otele dönüştürülmeye çalışılan Yafa Ulu Camii ile devam etti.
Bu kadim mabedlerin cemaatsiz oldukları
gerekçesi ile kapatılmak üzere taciz edildiğini öğrendiğimizde, işgalin
iliklere kadar işlediğine şahit olacağımız gerçeği yüzümüze bir şamar gibi indi
çok geçmeden.
Şunu hemen hatırlatayım; alt başlığın Kudüs notları şeklinde oluşuna bakmayın,
yeme içmeler ve salt tarihi bilgiler üzerine kurgulanmış bir “gezi yazısı” niyetinde değilim.
Bu arada işgal altındaki Filistin topraklarında inşa
edilen Telaviv’deki uluslararası havaalanın, işgalci terörist devletin
çekirdeğini oluşturan terör örgütlerinden birisinin yöneticisi David Ben
Gurion’un (İlk Başbakan) ismini taşıyor olması dikkat çekicidir. Gerçi İsrail’de
başbakanlık ya da Cumhurbaşkanlığı yapmış, kişilerin hangisinin elinde
Filistinli Müslüman kanı yoktur ki.
Lut
Gölü
Hatırlattıkları itibari ile fıtrata kafa
tutan, bütün kutsalları çiğnemekten çekinmeyen azgın bir kavmin, helaki bilinçaltımızdayken,
toprağın altına batırılanlara inat, kimi insanların su üstünde kalarak neşe ile
yüzdüklerini izlemek ilginç geldi. Biz ise karşı kıyısı Ürdün olan bu ibretlik
gölün sularına ayaklarımızı sokmakla yetiniyoruz.
Gargat
Ağacına Öfke
Belli ki bir ezber var; her giden Yahudilerin
ardına gizlenmek için çoğalttığı düşüncesi ile Gargat ağacını tanımak arzusu
gösteriyor. Bizim grupta da aynısı oldu. Bunu masum bir şey gibi görmek mümkün
müdür bilmiyorum ama Gargat ağacına küfretmekten, Siyonizm’le mücadele
etmeye fırsat bulamayan kolaycı Müslümanlığımızın sorgulanması gerektiğini
düşünüyorum. Bu arada meraklısı için söyleyeyim Lut gölünün etrafında
bu ağaçtan merakınızı giderecek kadar görebilirsiniz.
Nekbe;
Anahtar ve Hanzala
Eriha; güzel kokudur bir adıyla. Öyle dedi
rehberimiz. İstirahat ve alışveriş için durduğumuz hediyelik eşya dükkânlarından
bolca anahtar ve sırtını dönmüş küçük bir çocuk (Hanzala) kabartmaları
dikkatinizi çekebilir. Benim çekti. Bunlardan satın alıp, Filistinli esnafa
maddi katkı sağladığımızı düşünerek tatmin olmak (!) mümkündür. Ancak zihin
konforumuzu biraz bozmak pahasına, 15 Mayıs 1948 günü evlerinden barklarından
çıkartılan mazlumları hatırlamak lazımdır.
İnsan olduğumuzu anlamanın yollarından
birisidir bu belki; boyunlarında eski bir kolye gibi asılı duran anahtarları ile
bir gün evlerine dönüp, kapılarını açma ümidini yaşatan bu duruşa saygı
duyulmaz mı? Elbette duyulur. Bu bilinci nesillerimize aşılayabilmek adına
anahtar satın almak ne güzeldir. Dedik ve de aldık.
Nekbe
(Büyük Felaket) Günü
10 yaşında bir çocuk olan Naci Ali’nin
çocukluğudur Hanzala. Zulme sessiz kalan insanlığa sırtını dönmesini anlamak
isterseniz, o kolyelerin bir anlamı olur belki. Kim bilir gün gelir Hanzala’ya yüzünü
döndürecek şerefe ulaşırız.
Gün, akşama dönerken, gezi programımızın geri
kalanı tamamlanmış, otele ancak dönmüştük. Her ânı, her adımı bizi kendimize
getirecek işaret fişekleri ile dolu bu topraklarda kimse sadece kendisi
değildir. Hiç ummadığınız birisinin, sizi size anlatacak bir elçi olarak
karşınıza çıkmasına şaşırmayınız. Resepsiyondaki görevlinin; “Kudüs’ünüze hoş geldiniz, buradaki
sorumluluk ve itibarda en büyük pay sizindir.” diyerek karşılaması da böyle
bir şeydir.
Albayrak ve Korkakların Korkusu
Gönlümün sevdasına kavuşma
heyecanı ile hazırlığımı yapıp, yatsı namazını Aksa’da kılmak üzere, muhteşem
atmosferle buluşma anında yaşadıklarımı “özelim”
olarak gördüğümden kişisel tecrübelerim arasındaki yerinde bırakmak
istiyorum müsaadenizle. Bununla birlikte ortak payda, âşıkla maşukun
buluşmasından öte bir şeydir. O kadarını söyleyeyim.
Kıble mescidinde kıldığım
yatsı namazının ardından, Kubbet-üs Sahra’nın etrafını yıldırım gibi turladım.
Fakat heyhat! Kapılar kapalı. Ziyareti sabah namazına bırakma umudu ile geriye
dönerken dostlarla yaşadığımız bu heyecanlı ânı ayyıldızlı bayrağımızla taçlandırma
arzumuzu gerçekleştirdik. Bu ânı
hatıralarımız arasına katabilme adına fotoğraf da çektirdik.
Baştan söyleyeyim;
Ayyıldızla Kubbet-üs Sahra’nın muhteşem buluşması, sonrasında yaşadıklarımın
hepsine ve daha fazlasına da değdi. Pişmanlık da, yılgınlık da yok hamdolsun.
Ayyıldızlı bayrağımızla, Kubbet-üs
Sahra önünde fotoğraf çektirmemiz nedeni ile İsrail İşgal güçleri tarafından yedi
saat süre ile gözaltına alındım. Gözaltı sürecinde ifade öncesinde uzun süre
(takriben 4-5 saat) soğukta bekletilip, binlerce Yahudi’nin doldurduğu ağlama
duvarının bulunduğu meydandan geçirilerek arabaya götürülmemin, beni fiziki ve
psikolojik olarak yıldırmayı amaçladığı açıktı.
Yalnızca bir kaç kare fotoğraf çekimi esnasında dahi Ayyıldızlı
Bayrağımıza tahammül edemeyen, korkan,
İşgalci İsrail polisi; “15 gün Mescid-i Aksa’ya girememem, girersem 5000 Şekel
(5500 tl civarı) ceza ödemem ve Kudüs’te bulunduğum sürede çağırdıkları
takdirde karakola gitmeyi kabul etmem gerektiğini, aksi halde tutuklanacağımı
tarafıma bildirerek, bu şartları kabul edersem serbest kalacağımı” söyledi.
Bu saçma sapan şeyleri söylerken yüzüme dahi bakamayan
polisin gözünün içine bakarak; “Bu
kararınızı kabul etmiyorum, bu kararınıza saygı duymuyorum, bu karar hukuki
değil siyasidir” dedim. Ardından, verdikleri Aksa’dan
uzaklaştırma cezasının süresini bildiğim halde kendilerine tekraren sordum. 15
gün cevabını alınca, cevabı veren İsrail polisinin gözünün içine bakarak: "Haberiniz olsun 16. Gün buradayım!"
dediğimde, gözlerinde oluşan korkuyu
görmeliydiniz. Abartı demeyin ama bu korkuyu onların gözünde tekrar görmek için
bu süreci defalarca yaşamaktan çekinmeyeceğimi söylemeliyim.
İmanımla birlikte devletimin
mahabet ve kuvveti, İsrail polis merkezinde beni dimdik tutan güç kaynağı idi.
Özgür Kudüs’te buluşmak
duası ile…
Vesselam..!
Osman HAZIR
18.01.2018
Mersin
Yorumlar
Yorum Gönder