İnançta ve amelde vasatı ve
itidali emreden bir geleneğin mensubu olarak yazılarımda itidali benimseme
konusunda istikrarlı olmaya çalışmaktayım. Özellikle de Müslümanlar arasındaki
görüş ayrılıklarının fitneye dönüşme istidadı gösterdiği
durumlarda…Çoğunluk Müslümanlar olarak çabuk celallendiğimiz
apaçık ortadadır. Fakat sevgi ve nefrette uçlarda seyretmenin şehvetinden
kurtulabildiğimizi maalesef söylememiz mümkün değildir.
Barzani referandumu,
Irak-İran ve Türkiye işbirliği ve İhsan Şenocak meselelerindeki reflekslerimiz
ne yazık ki tezimizi desteklemektedir. Sahiplendiğimizin eleştirilebilecek
hiçbir yönünü görmezken, farklı düşündüğümüzü uçurumdan atmak için hırs yapmaktayız.
Tabiî ki de bu durum sağlıklı değildir.
Peki ne olmalı?
Eleştiri,
Dîni ve sosyal anlamda insanın olgunlaşması için çok olumlu katkıları
olabilecek bir mekanizmadır. Bu mekanizmanın dinin doğru anlaşılması açısından
önemli olduğu da bir gerçektir.
Dinin ve
dindarın yaşadığı sıkıntıların sorumlularının arandığı süreçte eleştiri
mekanizması çoğu zaman adalet ölçülerini de aşan bir şekilde Diyanet üzerine
yöneltilmiştir.
Bu
eleştirilerin içeriğinde Dînî temsil ve din hizmetlerindeki eksiklik ve
yetersizliğine dönük yaklaşımlar buluna gelmiştir. Doğrusu son dönemde içinden
geçmekte olduğumuz zor günlerde Diyanete dönük vurun abalıya şeklindeki dozu
kaçmış yaklaşımlar pek de adil gözükmemektedir.
Rasyonellik
ve İslam Ahlakı bağlamında değerlendirildiğinde kurumsal olarak Diyanetin, ya
da yöneticilerinin eleştirilebilmesi çok doğal bir haktır elbette. Bununla birlikte, vur deyince öldürmek,
yok olmasını istemek, hıyanetten söz etmek “din hizmetlerinin” önünde ayak bağı
olarak görüp Diyanetten kurtulmak istemek, hiç de doğal değildir.
Bu
tartışmaların zeminindeki kimi maddi kaygılar ile nüfuz kaygısı ve kavgası
mızrak misali çuvala sığmaz olmuştur.
Kimi grup
ve meşrepler Diyanet aradan çıksa İslami hizmetin sistem ve diğer direniş
noktaları karşısında daha güçlü olacağı tezini ısrarla savunmakta, kimileri de
İhsan hoca meselesini bu tezlerine gerekçe olarak sunmakta ısrar etmekteler.
Ancak bize
göre durum hiç de öyle değildir. Yönetim yapısını ve kurumsallaşmasını büyük
ölçüde tamamlamış, ümmet ve dünya çapındaki hizmetleri göz kamaştırmaya
başlamış bir Diyaneti dar ve küçük dünyalar için harcamaya çalışmak aslanı
kediye boğdurmaktan bile beterdir.
Görünen o
ki, bu kadar sağanağın olduğu açık arazide mutlaka şemsiyeye ihtiyaç vardır. O
da Diyanetten başka bir kurum olamaz.
Doğrusu şemsiyesiz çıkılan
sağanağın altında ne yaşanırsa yaşansın Diyanetsiz bir Anadolu coğrafyasının
Din adına karşılaşacağı şeylerin daha beter olacağını görmek için müneccim
olmaya gerek yok.
Diyanetin şemsiye görevi
yapmadığı/yapamadığı bir ortamda durumun nasıl olacağına dair daha önce de yazı
yazmıştım.(*) Bana göre böylesi bir durumda (Allah korusun) şöyle bir fotoğraf
ortaya çıkar. Piyasadaki herkes Camilerde kendilerince “gerçek din” olarak
isimlendirdiği dini anlatılmaya başlar.
Yada, filancıların mı yoksa
falancıların mı camisinde mi? kıldığımız Cuma Namazı makbuldur tartışması
biteviye devam eder. Belki de birileri kendi “Din tezgâhlarını” kurarlar
da “gel vatandaş iyisi burada” demeye başlarlar.
Bu durumun Müslümanların
vahdetine hizmet etmesi bir yana, bizzat camiler, ayrışmanın ve tefrikanın
merkezi haline dönüşür. Farklı camilerden din hizmeti alan Müslümanların
birbirleri ile selamlaşma yüzdesinin artma ihtimali hiç yoktur maalesef. Kaldı
ki; Avrupa ülkelerinde uygulanan haliyle her cemaatin (vakfın/derneğin) kendi
camisi olması, bunların da birbirlerinden adam ve rant koparmaya çalışması
örneği ortada durmaktadır?
Bu gün Müslümanlar için
büyük bir tehlike olmaya devam eden, tekfir fitnesinin artacağını söylemek de
şaşırtıcı olmayacaktır. Kadim haricilik ve aşırılıktan beslenen Neo selefiliğin
ürünü zihniyetin karşısındaki en muhkem kurumsal yapı (Diyanet) kaybolduğu
için daha kolay zemin bulacağı açıktır.
Yahut grupların Mescidleri
arasında “Takva-Dırar” tartışmasının sürgit devam edeceği ve dini/sosyal
hayatımızı huzursuz etmeye devam edeceği de açıktır.
En basitinden oruca
başlarken, bitirirken, kimin hesabına ya da hesapsızlığına göre davranacağımız
konusunda bile ortak bir akıldan mahrum olmanın sıkıntısı bizi boğar.
Hatta hatta, 5 vakit namaza
başlarken kimin takvimini esas alacağımızı bilme şansımız hiç olmaz. Bu iş o
kadar ciddi ve ayrıştırıcı olur ki; aynı şehirde aynı köyde, aynı camide bir
birliktelik sağlanabilmesi mümkün olmaz.
Son yıllarda göz kamaştırıcı
bir şekilde hizmet alanına giren Arjantin, Brezilya, Üsküp, Çin, Gazze, Afrika
Müslümanları ya da Dünya alimleri muhatap olarak Diyanet yerine kimi bulabilir
İmparatorluk bakiyesi bu ülkede.
Kur’an eğitimi, hafızlık,
Mushafları inceleme gibi işlerin kıymeti harbiyesi bile konuşulamaz
Diyanetsiz bir sabahtan itibaren. Hac ve umre organizasyonunun sadece bir
turizm faaliyeti olarak görülüp Diyanetsiz bir çabayla yürütülmesinin
doğuracağı kargaşa ve istismarın hayali bile korkunçtur.
Mahalle ve köylerdeki
camiler için imamlık görevlendirmesini kimin yapacağı, maaşının nasıl
karşılanacağı, yoksa imama hiç ihtiyaç duymadan camiye erken gelenin namazı
kıldırdığı, kimse gelmezse ezanın okunmayıp namazın kıldırılmadığı bir ortam
hiç sürpriz olmayacaktır.
Hasbelkader caminin birinde
görev alan bir İmamın iş güvencesinin, vakfın-derneğin iki dudağının arasında
olması mantıklı bir durum olmayacaktır.
Emin olunuz bu gün özgürce
doğruları anlatmamak/anlatamamakla itham edilen imamların kendilerini
görevlendiren Vakıf/Dernek ya da cemaatin çizgisi dışında konuşabilmesi asla
mümkün olmayacaktır.
Köylerde cenazeleri kimin
kaldıracağı gibi bir sürü örnek daha bulmak maalesef
mümkündür. Bu yazı çerçevesinde ortaya koymaya çalıştığımız boyut, durumun
gündelik hayata hemen yansıyacak yönüne dikkat çekmektir. Elbette mesele bizim
yüzeysel olarak işaret etmeye çalıştığımızdan daha uzun vadeli sonuçları da
bulunmaktadır.
Yazıyı okuyanların arasında;
dinin sosyal hayatta amatör bir ruhla (ihlas) yaşanması ve tanıtılmasında
gönüllülük esası ile çalışan olumlu sivil yapıların yok edilmesini istediğini
düşünenler varsa bilsinler ki, bu yazının böyle bir hedefi yok.
Bununla birlikte iyi niyetle
bakıldığında bu yazının asıl hedefi; eleştirirken yerin dibine batırmak, vur
deyince öldürmek, küçün kazanımlar için bütün tezgahı yakmak ahlaki de rasyonel
de değildir diyebilmektir. Ayrıca bu kadar yağmurlu havada herkesin
mutlaka “ŞEMSİYEYE” ihtiyaç duyacağına dikkat çekmektir.
Kaldı ki; farklı ülkelerdeki
yöneticilerin ve etkin dini yapılarının (cemaat) kimi temsilcileri Diyanet
İşleri Başkanlığına gıpta ile baktıklarını, kendi ülkelerinde de böylesi
bir yapının oluşmasını istediklerini belirtmekte iken bu kadar özensizliği
kabul etmek mümkün değildir.
İslam âleminin ve dünyanın
en önemli “Dinî hizmet kurumunun” bir takım emellere alet
edilmesinden vazgeçilmeli, bizler de göz bebeğimize sahip çıkmalıyız.
Vesselam.
11.11.2017
Mersin
Yorumlar
Yorum Gönder