2014
yılı Haccında idi. Efendiler efendisi (s.a.v)'nin mübarek Mescidi'nde ikindi
namazını kılmak üzere avlunun Babusselam yakınındaki kırmızı halıları üzerinde
yerimi aldım. Aslında buraya seçerek oturmuştum. Zira incecik sakallı bu üç
"Türkmen Kocası" dikkatimi hemen çekmişti. Selam verdim. Ellerini
öptüm, alınları kırış kırış, elleri nasırlı, yüzleri vakur bu saygın uluların.
Sıcacık bir yakınlaşmadan sonra içlerinden sözü dinlenen, tavırlarına bakılan
birisi:
- "Men
Türkmenem" dedi.
-Ben
de Türkmenim, deyince ben; göğsümdeki Al Bayrağı göstererek, bundan bildim.
Diye cevap verdi. Karşılıklı muhabbetimizi paylaşırken; iki elinin işaret
parmağını birleştirerek;
-
Biz gardaşız, biz biriz dedi. Dedi ama onlar da ağladı ben de...
Ağlaştık
bu sayede dertleştik bu Uygur dedeleriyle. Belki de ağlaşarak çok derinden dertleştik.
İçerisinde bulunduğumuz boğucu süreç hatırlattı bu anekdotu.
Zira,
neredeyse her yıl Ramazan ayında "Gönül
Coğrafyamızın" bir başka köşesinde kopan bir yangın, bir fırtına
yüreklerimizi kasıp kavuruyor. "Derdim
çoktur hangisine yanayım". Dediği gibi şairin. Mısır'dan, Suriye'ye,
Irak'tan, Arakan'a, Gazze'den Doğu Türkistan'a bütün bir "Ümmet Coğrafyası" yanmakta.
Efendimizin
(s.a.v) benzetmesi ile bir âzâsı sızlayınca bütün organların acıyı hissettiği “Müslüman Bünye” neredeyse tümden ızdırab
içinde. Öğle değil mi ? Mısır'ın zindanları yine Yusuflarla dolu, Gazze yine
esir, Suriye muhacir, mülteci, Doğu Türkistan ise; oruç tutmanın dahi
yasaklandığı, hicretten bile zorla geri getirilip idama mahkum edildiği,
insanlık onurunun ayaklar altına alındığı bir mezalim yurdu olmuş vaziyette.
Peki ya biz ne
durumdayız?
Bütün
İslam Aleminin medet beklentisiyle, imdat umuduyla baktığı “Anadolu'nun Emanetçileri” biz ne durumdayız sahi?
Küllerinden
yeniden doğmaya çalışan bir efsanenin doğumunu geciktirmeye hakkımız yok. Hac ve
umre yolculuklarımda gönül coğrafyamızın her tarafından gelen Müslümanların;
ülkemin bayrağına, insanına ve idarecilerine yönelik bilgisine, ilgisine,
aşinalığına ve saygısına defalarca şahit olmuş birisi olarak korku ve ümit
arasındayım.
Korkuyorum
zira, ümmet bize sığınacak liman olarak bakarken biz; kişisel ikbal ve gündelik
politikalar kaygısıyla bir birimizin ayağını kaydırmanın hesabını yapıyoruz.
Korkuyorum, zira "Ümmetin
Umuduna" hasımlık eden yerli müzmin muhaliflerin, bütün bir "Müslüman Bünyeye" ilaç olma derdi hiç yok. Korkuyorum, çünkü
çoğu Müslüman hala: "senin
mazlumun, benim mazlumum" ayrımcılığında. Ya da; bak ben senin
ırkından, siyasi görüşünden olan mazluma acıyorum sen benimkine sahip
çıkmıyorsun. Hesapçılığıyla; ayrıştırıcı zeminde koşturuyor. Bütün bunlarsa
"ekmeklerine" yağ peşinde koşan zalimlere yarıyor.
Bununla
birlikte; umutluyum zira; güneşin doğduğu yer olan Doğu Türkistan'dan Üsküb'e
kadar ümmetin mazlumları, beklentilerine dualarını da katmış, "umudun öncülerini"
bekliyorlar. Ümmetin kabul olunmuş duaları olmaya aday; Türkiye'nin,
Anadolu'nun yiğitleri dün olduğu gibi bu gün de mazluma sahip çıkma iradesini
büyütmekteler. Umutluyum çünkü yiğit düştüğü yerden kalkar. Gecenin en karanlık
anı sabaha en yakın olduğu vakittir.
Tavrımız,
tarafımız, duamız ve yardımlarımız mazlumdan yana olmalıdır. Bayram sabahı
bizim çocuklarımız ellerini öptükleri büyüklerinden harçlık ve şeker
alabiliyorken; Kaşgarlı Mahmud'un torunları, öpecek el bulamıyorsa, mülteci
yürekler Mekke’sini özleyen Muhacirler misali hasret şiirleri söylüyorsa,
gemiler de sığınacak liman bulamayan gözü yaşlıların ahı gök kubbeyi inletiyorsa,
Mısır’ın zindanları darağacını bekleyen Yusuf’larla doluysa eğer, ırkların ve
kavimlerin potasına değil kardeşliğin ırmağına sığınmaktan başka çaremiz
yoktur. İvazsız garazsız, amasız
fakatsız ve de mazlumun kim olduğuna bakmadan uzatacağımız ellerimizdir bizi
kurtuluşa taşıyacak olan.
Aksi
hüsrandır. Bu hüsranı daha fazla büyütmemek lazım gelir.
Bu
yüzdendir ki, Allah bizden yekvücut olmamızı, birlik olmamızı ister. Ayrılık,
çekişme ve zalim karşısında zillet bize ait olamaz.
Dertleşelim,
birleşelim, paylaşalım istedim.
Vesselam.
10.07.2015
Yorumlar
Yorum Gönder