Yazının altında 7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra yazıldığı görülmektedir. O zaman da yayınlamak konusunda beklemiştim yine öyle oldu. Okur musunuz? Bu sefer cesaretimi iyice topladım ki yer- mekan isimlerini açıkça yazmak istedim. :)
Uzun zaman önce
yazdığım ama yayınlayıp yayınlamamak için kaygılar taşıdığım yazımı zor
zamanlarda konuşabilmenin erdemine ulaşmak ümidiyle tekrardan düzenleyip sizlerle
paylaşmak istedim.
Yıl 1989, aylardan
muhtemelen eylül, imam hatiplik sınavına girmek üzere hayatımda ilk defa Siirt’e
gitmiştim. Doğduğum ve yaşadığım ilçenin deniz kenarında olması nedeniyle
İngiliz, Alman vb. yabancı etnik kökenden insanlarla karşılaşmış olmama rağmen
ilginçtir, aynı ülkenin farklı şehirlerinde de olsa aynı dine inanan farklı
etnik kökenden hiç kimseyi tanımamıştım. Bu sebeple midir bilmem Siirt’e indiğim
ilk andan itibaren kendimi farklı bir ülkeye gelmiş gibi çok şaşkın ve tedirgin
hissettim. Düşünsenize, anlamadığım bir dil konuşan, bir şehir dolusu insan,
kafalarında hiç alışık olmadığım şekilde sarılmış poşular.... Anlamadığım bu
dil, bana uğultu gibi geliyordu. Kendimi yabancı bir ülkede gibi hissederken,
ellerindeki silahlarla sokaklarda gezen asker ve polislerin yoğunluğu da
gündelik hayatın içerisinde hiçte doğal ve olağan durmuyor, tedirginliğime
katkı yapıyordu. (Zaten bölge de olağan
üstü hal ile idare edilmekte idi. )
Resmi prosedürün uzun
sürmesi nedeni ile bir yıl sonra 1990 yılının eylül ayında; Kürtçe ismi Kéver, Türkçeleştirilmiş ismi Çetinkol olan köyde
imamlığa başladım. Başladım ve gördüm ki, aslında şaşılacak olan şey bana
uğultu gibi gelen konuşmalar, insanların başlardaki poşu vs değil: Hayatında ilk defa 18 yaşında
gurbete çıkmış ve sadece imam hatip lisesi mezunu, hayat tecrübesi hiç olmayan birisinin,
yine ilk defa karşılaştığı Şafii cemaate imam olarak tayin edilmesidir.
Ama
sonradan anladım ki bu da, şaşılacak onca şeyin arasında sadece devede
kulakmış. Zira ben bu sayede yeni bir dil öğrendim. Yine bu sayede ömür boyu
sürecek çok güzel dostluklar ve kardeşlikler edindim.*
Dediğim
gibi asıl şaşılacak olan şey, insanların hangi köylü olduklarını söyleyebilmek
için, köylerinin "Kürtçe ve Türkçeleştirilmiş”
isimlerini birlikte söylemek zorunda kalmaları, mahkemede, kaymakamlıkta ve
karakollarda ana dilleri ile konuşamamaları imiş.
Ya da şaşılması gereken asıl konular arasında, ben Özay Gönlümü, Neşet Ertaş’ı vs. rahatlıkla kendi dilimde dinleyebilirken, bu insanların Şiwan Perwer’i, İbrahim Tatlıses’i Kürtçe dinleyememeleri de varmış.
Yine
ben o yaşıma kadar hiç karakol kapısından içeri girmemişken, orada neredeyse
herkesin karakolla alâkalı bir hatırasının bulunması şaşılası bir durummuş. Ben,
doğduğum yerde nüfus cüzdanı taşıma ihtiyacı bile hissetmezken, kimsenin hiçbir
sorgusu olmadan istediğim yere istediğim saatte gidebilirken, burada insanların
nüfus cüzdanlarının ceplerine gire- çıka (ki sonra benim de öyle oldu) senede bir
yıpranması ya da belli saatlerden sonra köyler ve şehirlerarası yolculuk
yapılamaması, asıl şaşılması gereken konuların arasındaymış.
15
nüfusun barındığı evi için istediği miktarda un, şeker, yağ alamayan, bittikçe
şehre inmek zorunda bırakılan, hatta alabilmek için karakoldan yazı almak
zorunda kalan bir babanın çektiği ızdıraba şaşırmak gerekmiş oysa.
Sokaklarında
elleri silahlı özel timlerin, dağlarında teröristlerin dolaştığı, gece silah
zoruyla destek isteyip propaganda yapan teröristler gittikten sonra, sabahında
teröre yataklık yapmış muamelesi gören, iki arada bir derede kalmış insanların
dramıymış asıl şaşılması gereken.
Kimliğinin,
etnik kökeninin inkâr edildiği, sistematik işkencenin hüküm sürdüğü bir olağan
üstü ortamda yaşayabilmekmiş şaşılması gereken.
Belki
de en kötüsü, yeni tanıştığınız birisiyle, bölgeyi ve sorunlarını konuşmak
istediğinizde sizin, kendisine ve yakınlarına bir zararınızın dokunmayacağından
emin oluncaya kadar, sadece “Resmi
görüşünü” paylaşmak zorunda kalmasıydı.
Örnekleri
o kadar çok ki şaşılacak şeylerin; ırkçılığın kesinlikle haram ve cahiliye işi
olduğunu ifade eden, inançlı insanların bile, Kürtlerin sorunlarını konuşurken
cümleye “ama, fakat” ile başlamaları
ise ne kadar acıdır.
Evet, bunların neredeyse tamamen geçmişte kalacağı bir
sürecin içerisinde olmamıza bile şaşıranların olmasına şaşırıyorum artık. Ama
ben kendi adıma yaşadığım bu şaşkınlığı çok sevdim
Sevemediğim şaşkınlıklarım !
Bununla
birlikte sevemediğim şaşkınlıklarım da olmuyor değil hâlâ. OHAL kaldırılmış,
red, inkar ve asimilasyon devlet politikası olmaktan çıkmış, sistematik
işkenceler son bulmuşken, devletin kendi tv kanalında bölgenin saygın alimleri
tarafından Müslüman Kürtlere dinleri kendi dillerinde anlatılırken, Diyanet İşleri
Başkanlığı tarafından Kürtçe Kur'an Meali basılırken ve sorunun çözümü için
beklide en zor kısım olan “Psikolojik eşik” aşılalı çok uzun
zaman olmuşken; kendi kişisel ikballeri
için ipe un sermeye çalışan Kürt kökenli politikacıların durumu çok
şaşırtıcıdır ve ben bunu hiç sevemedim. Kanın akması, suyun bulanması, anaların
ağlaması için elinden geleni ardına koymayan bu hainler, akmasına sebep
oldukları bu kanda boğulacaklardır......
Düşünsenize,
2002 öncesinde yok sayılan bir kavim, Akademik düzeyde kitaplarla tarihi
anlatılabilen bir zeminde bulunuyor artık. *
Enstitüler açılması, Akademisyenlerce Kürtlerin tarihi vb eskinin tabuları
sayılan konuların yazılabiliyor olması hep bu zemindedir.
Ancak,
artık çözüm adına yürütülen iyi niyetli çabalar toplumun genelinde kabul görmüş
ve sonuca ramak kalmışken, ellerindeki silahlardan vazgeçmemesi için terör
örgütüne gaz veren boynu kravatlılar ve ortalığı yangın yerine çeviren kan
emici vampir terör örgütü bilmelidir ki; İnsanlar artık çocuklarının kanı üzerinden
kimsenin ikbal kotarmasını istemiyor.
Haziran
ayının ilk pazarını aşılması gereken bir milat olarak görüp, barış için
bendleri aşmalıyız diyenler, eski Türkiye alışkanlıkları ile dün dündür demeye
başladılar. Başladılar da bin yıllık kardeşliğin teminatı bir geleneğe sahip
devletin şefkat elinden sonra cezalandırıcı eli yumruğa dönüştü bir kere. Eden
bulur bu cezayı hak ettiler.
Zor zamanda doğruları konuşabilmek lazım
O halde;
Bütün
engelleme çabalarına, tuzaklara, planlara rağmen kardeşlik ırmağı tekrar yatağına
döndürülmelidir. Kardeşliğimizi düşmanlığa çevirmek için kazılan hendeklerin
büyümesine, mesafelerin açılmasına asla izin verilmemelidir. Bununla birlikte;
tekrar yatağına döndürülmeye çalışılacak bu kardeşlik ırmağının önündeki bentleri,
setleri ve hendekleri ortadan kaldırmak için en büyük sorumluluk tabii ki
niyeti halis idarecilerin karşısında fırıldak gibi dönen Kürt kökenli
politikacılarındır. Sorumluluklarının hakkını vermezlerse (ki şu ana kadar
maalesef durum iç açıcı değil) tarih, millet, hukuk ve Allah önünde hesap
vermeleri kaçınılmazdır.
Kardeşliğin
teminatı olmaya azmetmiş ve mühür kendilerine teslim edilmiş olanlara gelince;
Mührü onlara teslim edenlerin beklentisi boşa çıkartılmaz ise anaların
teheccüdde ettiği dualar dünya ve ahirette kendilerini âbâd edecektir.
Çözüme katkılar!
Adı
üstünde bir süreçten bahsediyoruz. Ayet değil bu! Metodoloji de aksayan yönler
olduğu açıkça gözükmektedir. Bunların telafisine bakılarak kardeşlik zemini hep
korunmalı sonuca doğru gidilmelidir. Irkçılık temelli söylem ve yaklaşımlardan
kesinlikle uzak durulmalıdır.
Bu
bağlamda örneğin;
- Çözümün
gerçek muhatabı olan milletin; dinine, imanına ve değerlerine bağlı makul yapı ve kanaat önderlerinin
sürece gerçek anlamda dahil edilmesi, sürecin muhataplık konusundaki eksik
tarafını kesinlikle tamamlayacaktır. Sadece silahlı örgütü muhatap almış gibi
bir görüntü çözümün de silahla olmaya mecbur olduğu gibi gözükmesine neden
oldu. Bu değişmelidir.
- Yine,
özellikle dindar, muhafazakar ve silahsız yapılar da ellerini taşın altına
koyup sorumluluk alarak, iyi niyetli idarecileri yalnız bırakmamalıdırlar.
Kullanıma hazır bekliyor/bekletiliyor
izlenimi veren dini görünümlü yapılar da silahla olan ilişkilerini kesinlikle
bitirdiklerini ilan etmelidirler.
- Seküler,
ve marksist yapıdaki terör örgütü de çözümün bir parçası olmak ve (varsa)
tabanını temsil etmek istiyorsa hem çözüm deyip, hem de elindeki silahları barış
ve çözüme engel olacak şekilde kullanma iki yüzlülüğünden mutlaka vazgeçip tam
anlamıyla silahsızlanmalıdır. Zira devlet eliyle yürütülen sistematik baskı
uzun zaman önce son bulmuşken, örgütün Kürtlere dönük silahlı hegemonya
arzusunun, birilerinin kişisel ikbal kaygısına ve bölge üzerinde hesapları
bulunan uluslar arası güç odaklarına hizmet ettiği açıkça gözükmektedir. Bu
mızrak bu çuvala sığmıyor artık.
-
Siyasi argümanlarını türk ve kürt ırkçılığı üzerine kurmuş olan tüm politik
aktörler, bu durumun birliğe bütünlüğe hizmet etmediğini, ülkenin ve
insanımızın bölünmesine neden olacağını, akan kandan sorumlu olduklarını
bilmeli ve sorumlu davranmalıdırlar.
Umudum,
beklentim ve duam odur ki; iyi niyetli ve milletin duası üzerine kurulmuş bu
kardeşlik ırmağı kesinlikle yatağında akacaktır. Zira aksi, eşyanın tabiatına
aykırıdır. Sıkıntı sadece sonuç gecikiyor. Efendiler şehitlerimiz yüreklerimizi
dağlamasın ve bir nesil daha barış ne zaman? demesin yeter artık
Vesselam...!
*http://www.nidayayincilik.com.tr/vitrin/kurtler-2-cilt-tarih-toplum-din-adnan-demircan-p192.html
* Bu güzelliklerin sonucu edindiğim kalıcı dostlarımı ziyaret etmek üzere 26 yıl sonra Kever'e gittim bu yaz. Kürtlere en büyük zararı veren örgütün yıktığı köy ve devletin yeniden inşa ettiği yeni köyü göz yaşları ve hatıralarımla ziyaret ettim. Selamlar Kever'e ve mert insanlarına olsun.
07.08.2015
Yorumlar
Yorum Gönder