LAİKLİĞİN ANADOLUDAKİ HATIRA ARŞİVİ


Sözün başında söyleyelim, bu yazının yazılma sebebi ve içeriğinin oluşturulma çabası, gündemden bağımsız değildir.

Laiklik bahsi için yapılacak literatür taramasında laikliğin aşağı yukarı; “din ve dünya otoritelerinin birbirlerinin faaliyet alanına karışmadan, hak ve yetkilerinin özgürce kullanabildikleri siyasal- yönetsel sistem ilkesi” (SBA.C:2 sh:435 Risale yay) şeklinde tanımlandığı görülecektir. Biraz daha meraklıysanız ve biraz daha bilgilenmek isterseniz; dinin dünya işlerine karışmaması/karıştırılmaması hatta dinin/dini inançların hiçbir baskı altında kalmadan rahatça ve özgürce yaşayabilmesi için gerekli ortamın devlet tarafından sağlanması gibi sözüm ona iyimser açıklamalarla karşılaşmanız dahi mümkündür.

Peki ya gerçek?

Doğrusu gerçeğin literatürdeki teoriye uygun olduğunu mümkün olduğunu söyleyemeyeceğim. Kanaatimce, laikliğin en azından Anadolu tecrübesi için durum böyledir. Ülkemizdeki laiklik uygulamasında dinin dünyaya ait işlere müdahil olmaması konusunda katı bir uygulama sergilendiği açıktır. Lâkin bu katılık nedeniyle Dinin hapsedildiği “kendi” alanında bile özgür olabildiğini söylemek hiç mümkün değildir.
   
Kişisel hayat tecrübelerim ve Anadolu’nun bu konudaki hatıra arşivine dönük aşinalığım bana böyle söylüyor. Zira laikliğin Anadolu’daki hatıra arşivi o kadar karanlıktır ki Müslüman kimliğin mensuplarının çektikleri, bu kavrama dönük hiçbir sempatiyi yüreklerimizde barındıramamıştır.

Durum tâ başından beri böyledir. Sembolikte olsa İslam âleminin saygı ve itaat makamı olan Hilafetin 3 Mart 1924 tarihinde kaldırılmasıyla başlayan laiklik temelli ve de zihniyetli süreç, 5 Şubat 1937 tarihinde laikliğin bir ilke olarak fiilen anayasaya girmesiyle aleniyet kazanmış ve Anadolu’nun üzerine karabulut gibi çökmeye devam etmiştir.

Şapkanın mecburi hale getirilip Müslüman kimliğin şiarlarının yasaklanması sonucunda, İskilipli Atıf hocadan, Şalcı bacıya, yazdığı kitaptan sattığı eşarba kadar idama gerekçeler bulunan hatıra arşivinden bahsediyorum. İlim irfan mektepleri olan medreselerin, tekke ve zaviyelerin kapatılmasından, mensup ve müntesiplerinin darağaçlarına gönderilmesinin oluşturduğu hatıradan…

İstiklal Marşında, ebediyen susmaması için dua ve niyaz edilen Ezan-ı Muhammedi’nin Türkçeleştirilip, aslının yasaklanmasının oluşturduğu travmatik hatırayı söylüyorum. Tabiî ki bağımsızlığımızın sembolü İstiklal marşımızın şairi Mehmet Akif’in yurdunu terk etmek zorunda kalması da ayrı bir acı hatıradır.

Müslümanlıkla yoğrulmuş bu yurdun insanlarının dinlerini ve kitaplarını öğrenmelerine yasak getirilip, insanların samanlıklarda, mağaralarda vb. gizli saklı ortamlarda Kur’an öğrenmek zorunda bırakılmalarından bahsediyorum. Sonucunda köylerde şehirlerde cenazeler bile ortada kalmışsa laikliğin arşivi nasıl iyi olsun.

Nice zorluklarla kazandıkları üniversitelerin kapılarından içeriye giremeyen, polis zoruyla itilip kakılıp yerlerde sürüklenen Anadolu kızlarının sözüm ona laiklik adına yaşamak zorunda kaldıkları nasıl bir hatıra bıraksın ki.

Birileri çocuklarına istediği yaşta istediği eğitimi aldırabilirken, Müslüman toplumun çocuklarının dinlerini öğrenmeleri için, türlü zorlukları aşmak zorunda bırakılmaları, Kur’an ve din eğitimi için yaş sınırlarına takılmak zorunda kalmaları, İmam Hatiplerin, Kur’an kurslarının kapılarına kilit vurulması, camilerde yaşı küçük çocuk takipleri yapılması hep laiklik adına işlenen zulüm arşivine dahildir. Bu sebeple oluşmuş ve hala da telafi edilememiş “kayıp nesil” de bu arşivin ürünüdür maalesef.

Namaz kıldığı, eşi başörtülü olduğu, için cüzamlı muamelesi gören ve ordudan atılan askerler de bütün bunları laik gerekçesi ile yaşamışlardır. Yasaklanan STK’lar, yok sayılan millet iradesi vb. birikimler de konunun bir başka boyutudur.

Doğrusu, laiklik gerekçesi ile Anadolu coğrafyasında oluşturulan travmanın izlerinin silinmesi bir yana, yaraları hala taze iken, “aslında gerçek laiklik…” diye başlayan izahatların yanlışlığına dikkat çekmek istedim. Yahut var sayın ki tavrımı ve duruşumu belirtmek istedim. Benden kime ne? Bence de kime ne; bununla birlikte Rahman’ın kayıtlarına girsin istedim.

Hülasa-i kelam; yazdıklarımdan çıkmasını istediğim sonuç, laikliğin şu veya bu şekliyle yorumlanması ve uygulanmasının iyi ya da kötü olduğu değildir. Aksine her türlüsü Müslüman bünyeye zararlı olan bu hastalıktan kurtulmak lazımdır.

Vesselam…
11.05.2016

Mersin

Yorumlar