Ödül
ve ceza ilişkisi insan hayatının her alnında bir şekilde kendine yer
bulmaktadır. Eğitim ve Hukuk alanı bu ilişkinin -sonuçları itibari ile- en
fazla görüldüğü ve değerlendirildiği alandır. Ödül ve cezanın en kapsamlı
(külli) boyutunu İslam Dini’nin inanç ve amel (pratik) dünyasında
görebildiğimizi söylemek yanlış olmaz. Zira insan hayatının geçici (fani) ve
daimi (ebedi) iki dünya halinde planlayan, ebedi olanı geçici olan açısından
ödül ve/veya ceza olarak konumlandıran, ebedi olanın ödül ya da ceza olabilmesi
için fani olandaki inanç ve amelleri ölçü kabul eden, ayrıca ödül ve cezalar
konumlandıran İslam, elbette bu konuda en kapsamlı nazariyeyi ortaya koymuştur.
İslam
açısından ödül ve cezaya muhatap olma noktasında en temel unsur Âkil (akıllı)
olmaktır. Buna göre Âkil (akıllı) olan her birey amelle yükümlüdür.
Bu
girişten sonra, gündelik hayatımızda ilahi kaynaklı ödül-ceza pratiğinin dikkate alınmadığında ortaya çıkacak
bazı örnekleri gündeme almak gerekecek.
Hastanedeki
doktordan, sanayideki tamirciye, inşaat ustasından mühendise, öğretmenden
camideki hocaya ve dahi bütün meslek gruplarına baktığımızda alanında çok iyi,
pratik, derde derman olacak yetişmiş insan potansiyelimizin hiçte
azımsanamayacak seviyede olduğunu düşünüyorum.
Bu
gün değişik meslek gruplarından aldığı hizmete dönük memnuniyetsizliklerini
dile getiren insanlarımızın şikayetlerinin ortak noktası çoğu kere beceriksizlikle
alakalı değil, bilerek ve isteyerek
memnuniyetsizlik doğuracak işler yapmaktandır. Yani, aslına bakılırsa çoğu
kere denen; şu adam işi biliyor (işi
konusunda mahir ve zeki) ama yapmıyor. Ya da çok zekice bahaneler üretebiliyor.
Evimizde iş yaptırdığımız ustaların eksik bıraktıkları kısımlarla alakalı buldukları
mazeretleri işittiğimizde karşılaştığımız sonuç, çok zekice bahaneler
bulduklarıdır.
Hadi
ben biraz daha ileri gideyim koca koca profesörleri (içlerinde ceza hukuku
profesörü de var) okumuş yazmış onca insanı, iki telsiz sesi ile kandırıp
binlerce liralarını kendi elleri ile teslim etmelerini sağlayan telefon dolandırıcılarının
zeki olmadıklarını söylemek mümkün müdür. Bu örnekler o kadar çoğaltılabilir ki
sormayın gitsin… demem o ki, bizim zeki ya da alanında uzman insan eksikliği
açısından öncelikli sorunumuz yoktur. Kanaatimce asıl sorunumuz “GÜVENİLİR”
insan kaynağımız konusundadır.
“Müslüman elinden ve
dilinden diğer Müslümanların emniyette (güvende) olduğu kimsedir…..” demek suretiyle güvenilirliğe
Müslüman kimlik açısından özel vurgu yapan, Peygamber olarak görevlendirilmeden
önce bile El-Emîn (Güvenilir) ünvanına sahip bir peygamberin ümmeti bu konuda
ciddi sorgulama yapmalıdır.
Doğrusu
kıvrak zekasını kendisine emanet edilenleri korumak ya da taşıdığı görevi tas
tamam yapmak yerine hile hurda ile zayi etme yolunu seçenlerle alakalı
yakınmalar göstermektedir ki; Gönüllerde Ahirete imanı hakkıyla yerleştirmeyi
göz ardı etmeyen önceleyen ve hatta mutlaka zorunlu tutan bir insan yetiştirme
planlamasına ihtiyacımız olduğu açıkça gözükmektedir.
Eğitim
Fakültelerimiz “eğitimde ödül- ceza” ilişkisi üzerine tezler hazırlatırken
hesap verme şuuruna ve Ahiretteki ödül ve ceza ilişkisine iman etmiş, güvenilir
insan yetiştirme konusunda yeterince kafa yorulmakta mıdır? Sorgulanmalıdır.
Toplumun
dönüşümünde ana gövdeyi oluşturan gençlerimizi heba etme lüksümüz hiç yok. Özellikle
de bu ana unsurun çekirdeğinde yer alan İmam Hatip neslini “mevlamızın kayırması ümidiyle” çağın çayırına salma lüksümüz ise
hiç yoktur.
Hukuk,
Tıp, Mühendislik, Psikoloji, Sosyoloji, Hizmet sektörü, Turizm vb bütün meslek
alanlarında yer almasını ümit ettiğimiz özelde İmam hatip neslinin, genelde de
Asım’ın Nesli olmaya aday bütün gençliğimizin
Allah’ı ve Rasulünü gaye edinecek bir ideal, hedef ve bilinçle
yetiştirilmesi sorunumuz çok acil önem arz etmektedir.
İdarecilerimizin
hamasetten uzak bir şekilde, her hangi bir menfaat kaygısı (oy da dahil)
taşımadan ciddi çabalar geliştirmesi de çok önemlidir. Dernek- vakıf ve
cemaatlerimizin kendi yapılarına adam kazandırma hedefini değil, İslam’ı
gönüllere yerleştirme hedefini esas alan samimi gayretlere eğilmesi
gerekmektedir.
Siyasi
zeminin manevi dönüşüm zemini için oluşturduğu olumlu havayı, kemiyet uğruna
keyfiyetten uzak bir şekilde harcama lüksümüz olmamalı.
Nimetin
şükrü kendi cinsiyle eda edilir. Şükrü eda edilmeyen nimetin bizzat kendisi
elden alınmak suretiyle ödül ve ceza sistemi işletilir. Sünnetullah böyledir.
28
Şubattan sonra yaşadığımız kimi mahrumiyetleri nimet şükür dengesi açısından
bir de bu gözle değerlendirebilmek gerekmektedir. Aksi taktirde tarihin
tekerrür etmesi kaçınılmazdır.
Geçmişten adam hisse kaparmış... Ne
masal şey!
Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?
“Tarih”i tekerrür diye ta’rif ediyorlar;
Hiç ibret alınsaydı tekerrür mü ederdi?
Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?
“Tarih”i tekerrür diye ta’rif ediyorlar;
Hiç ibret alınsaydı tekerrür mü ederdi?
Ödül-ceza, zeka, güvenilir insan … kısaca kaliteli Müslüman.
Belki de reçete bundadır.
vesselam
05.01.2016
Mersin
Yorumlar
Yorum Gönder